Peter Lynch Makaleleri Serisi 16: Görünmez El Savunması

Herkese selamlar.

Serinin 16. makalesinde Peter Lynch ABD şirketlerinin işten çıkarmalarını savunurken, rekabet, yenilik ve verimlilikten yararlanıyor.

Eski ve köhne şirketlerin yok olmasının yeni ve güçlü şirketlerin var olması için bir fırsat olduğundan bahsediyor.

Son olarak da Amerika’yı diğer ülkelerle karşılaştırıyor. Warren Buffett gibi Peter Lynch’in de tam bir Amerikan milliyetçisi olduğunu hatırlatmak isterim. Borsanın geleceği ülkenin geleceğinden ayrı düşünülemez.

Hadi şimdi çeviriye başlayalım.

Görünmez El Savunması

Acaba görünmez el hiç şu anda ülkemizde olduğu kadar görünmez olmuş mudur? Tabii ki, Adam Smith’in: Kapitalizmde piyasa kendi haline bırakılırsa hem ekonomik hem de sosyal olarak en iyi sonuçları ortaya çıkaracağı görüşünden bahsediyorum.  Bugünlerde, herkes Adam Smith’i unutmuşa benziyor. Basın, işten çıkarmalara ve işletmelerin para hırslarına odaklanmış durumda.

“Buna arsız kapitalizm deyin” diye bağırıyor Newsweek. “İşinizi kaybedersiniz, eski işvereninizin hissesi yükselir ve Üst Yöneticisi dolgun bir zam alır.” Aynı düşünce Business Week’te de yankılandı. The New York Times da iki grup insan üzerine (işten kovulanlar ve halen işten kovulmayıp kovulma korkusu yaşayanlar) yoğunlaşan yedi makalelik bir seri ile olaya dahil oldu. Çalışan ve işsizler de aynı şekilde şirket açgözlülüğünün kurbanı olarak tasvir edildi. Şirket açgözlülüğü o kadar sıcak bir kampanya gündemi oldu ki Cumhuriyetçiler bile bu konuda şirketleri topa tutmaya başladı.

Söylemeye gerek yok ama ben yine de söyleyeceğim. Bir insanın işini kaybetmesinden, özelliklede hemen yeni bir tane bulma ihtimali düşükse, mutlu olunmaz. Sadece buzdan bir heykel AT&T’den binlerce işçinin çıkarılmasından; 1980’lerde Fortune 500 şirketlerinden 499’undan 3 milyon işçinin çıkarılmasından ya da 1990’larda boşa çıkacak bir üç milyon işçiye daha üzülmez. Bu geniş kapsamlı işten çıkarmaların yine geniş kapsamlı finansal ve duygusal zorluklara yol açacağına şüphe yoktur. Tek ikna olmadığım kısım insanların bütün bunlardan çıkardığı sonuç olan kapitalizmin kötü olması ve varlık amacının insanları rızıklarından ederek sefalet yaymak olmasıdır.

İşsizlik tehlikesi insanlar yaşamak için maaşlarına bel bağladıklarından beri büyük bir sorundur. Son yüzyılda, ABD nüfusunun yarısı çiftliklerde yaşar ve çalışırdı yani şimdiden tarımdaki işlerin üçte ikisini kaybettik. Bir zamanlar otomobil sanayinde 200 üretici vardı; bir başka noktada çelik endüstrisi her 100 işçiden birini istihdam ederdi. Bugün, bir avuç otomobil şirketimiz var ve çelik sanayindeki iş gücünün üçte ikisi kayboldu fakat ülke bir şekilde ayakta kalıp zenginleşmeye devam etti.

Birçok şirket işten çıkarılan insanların başka yerde iş bulmaları için gerekli olan eğitim ve referans için daha fazla şey yapmalıdır. Fakat işten çıkarmalardan kaynaklanan kötümserlik haklı bir gerekçeye dayanmıyor. Bu tür bir kötümserliği savaşın bitişiyle 1940’ların sonunda ve 1950’lerin başında, 10-20 milyon insanın savunma sanayi kaynaklı işlerini kaybettiğinde de yaşamıştık. İş gücünün üçte birinden fazlası başka yerlerde iş bulmak zorunda kalmıştı. Hayat milyonlarca işçi için çok kasvetli hale gelmişti.

Bugün de, büyük şirketlerdeki işten çıkarmaların süreceğine dair uğursuz bir algı var. Büyük ihtimalle AT&T gibi şirketlerdeki işten çıkarmaların sonuna yakınız çünkü bu şirketler sıfır işçi ile çalışamazlar. Dahası, işten çıkarmaların çoğu göründüğü gibi çok da kalpsizce değil çünkü normal yollarla yapılıyorlar: İnsanlar emekli ediliyor, kariyer değiştiriyorlar, başka yere taşınıyor.

Tekrar tekrar, kaybolan fırsatların yerine yenileri ortaya çıkıyor. Kapitalizm ekosistemi böyle çalışır. Sanayiler gözden düşer, eski şirketler yok olur, yeni şirketler onların yerini alır. Bu süreç çoğu için zordur ama sonuçta sağlıklıdır.

Ekonomimizin gücü dinamikliğinden ve her zaman değişen koşullara ayak uydurmasından gelir. Bu bizim dünyadaki avantajımızdır. Ulus olarak yaratıcı olmamızın sebebidir. Müzikte, televizyonda ve film endüstrisinde bir numarayız. Orman ürünlerinin, kağıdın, alüminyumun ve kimyasal maddelerin düşük maliyetli üreticisiyiz. Yazılımda, robotikte, cep telefonunda, ilaç üretiminde, elektronik ve iletişimde, tarım aletlerinde üst sıralardayız. Genetik mühendisliğinde, mikro işlemcilerde ve ağ iletişiminde çok üstünüz.

Bir parça değer kaybeden doların yardımıyla ve yerel işletme iklimindeki iyileşmenin etkisiyle ihracat pazarındaki payımız artıyor. Seul’e çelik, Tokyo’ya transistör, Cologne’ye araba, Siena’ya tayt, Bombay’a da bisiklet parçası gönderiyoruz. Dünya çapında 700 milyon insan Gillette ile traş oluyor. Gökyüzü Boeing uçakları ile dolu. Japonya hafıza kartlarında, televizyonlarda, faks makinalarında uzman olabilir fakat Japonlar Intel, Texas Instruments, Cisco Systems, Sun Microsystems, Novell, Bay Networks ve Microsoft gibi şirketlerden gelen parlak fikirlere yetişemiyor. Bilgisayarın yazılımdan donanıma, yazıcıdan iş istasyonlarına kadar her bölgesine hükmediyoruz.

Ülkedeki şirketlerin verimlilik artışlarından herkes öyle ya da böyle fayda sağladı. İletişim sektörüne ne olduğuna bakın. 1983’te, AT&T 1 milyon çalışanı olan bir tekeldi. Bugün, Ma Bell ve yedi Baby Bell’de 750.000 kişi çalışıyor. Bu 750 bin kişi benzerlerinin 1984’te yaptığı işlemin iki katını yapıyor üstelik bunun üstüne 1984’te olmayan bilgi, faks ve cep telefonu işlemleri de dahil. İnsanlar telefon konuşması için daha az para ödüyor ve parasının karşılığını çok daha fazla alıyor.

Küçülmenin temel sebebinin çok nadir anlaşılması ilginçtir: Bu şirketlerin ihtiyaç duyduklarından ya da karşılayabileceklerinden çok daha fazla çalışanları var. Üst yöneticiler işçileri kürekle dışarı süpüren kötü kalpli masal kahramanları değil, daha verimli olmalarını isteyen rekabetçi ortama karşılık veriyorlar. Eğer sermaye ve emek, sadece maaş çeklerini almaları için işte tutulan milyonlarca işçinin verimsiz ve modası geçmiş işletmelerde tuzağa düşseydi bu kadar sanayi koluna önderlik edebilir miydik? Bu Sovyetler Birliğinin çöküşüne sebep olan durumlardan biriydi.

Bazı sektörlerin ihtiyaç fazlası işçileri çıkarmasına rağmen Amerika, iş gücünü rekor seviyede arttırıyor. İstatistik Bürosuna göre 1965’ten beri bu ülkede 54 milyon istihdam yarattık yani bugün var olan işlerin yarısı otuz yıl önce yoktu. ABD’den yaklaşık üçte bir daha fazla insana sahip olan Avrupa Birliği ülkeleri, aynı dönemde beşte bir oranında iş ekleyebildi.

Bu durum, emekte en uzun süre verimlilik ve insanlık modeli olarak gösterilen Avrupalılardan yaklaşık 40 milyon iş önde olduğumuz anlamına geliyor. Ayrıca onların %11 işsizliğine karşı bizim %5,6’lık bir işsizlik oranımız var ve neredeyse 20 milyon Avrupalı şu an işsiz.  Birleşik Krallık’ın çalışan sayısı ise, Beatles’ın ilk albümlerini çıkarmasından bu yana neredeyse hiç büyümedi (ve bazı hesaplara göre aslında küçüldü). Ekonomimiz hakkındaki bu rakamlar onların ekonomileri karşısındaki rekabetçi üstünlüğümüz hakkında bize ne söylüyor?

Bazı insanların daha düşük maaşlı işlere itildiklerine şüphe yok ve bir grubun 1965’te olduğundan daha yoksul olduğu kesin: Lise mezunları ve daha düşük eğitime sahip olanlar. Bunun sebebi de çelik şirketlerinin ve diğer ağır sanayi şirketlerinin yüksek maaşlı vasıfsız işçi istihdam etmemeleri. Montaj hatlarının çoğu otomatikleşti.

Fakat, şirket liderlerinin kendi maaşlarını arttırmak için emeği baskılamaları sadece bir efsanedir. Sağlık ve diğer sosyal yardımlar denkleme eklendiğinde Amerika işçileri şirket gelirlerinden nostaljik olarak Amerikan emeğinin altın çağı olarak anılan 1950’lerden ve 1960’lardan daha fazla pay alıyorlar. Bu sırada, şirket kârları olduğundan büyük oranda daha düşük: 1950’lerde cironun %10’u, şimdi ise %5’i.

Zaman zaman, uzun vadede şirket zararı pahasına kâr etmek isteyen şirket tipleri görürsünüz. 1980’lerde borçla yapılan bazı satın almalarda bunu gördük. Fakat kural olarak, üst yöneticilerin kendi çıkarı ile şirketinki tıpa tıp benzerdir. Yöneticiler, hissedarlar ve montaj hattındaki işçiler esasen aynı gemidedir. Kendinize şunu sorun: Nerede çalışmak daha ödüllendiricidir: Yaşam mücadelesi veren Kmart’ta mı yoksa büyüyen Microsoft’ta mı?

Eğer birilerini işten çıkarmalar için suçlayacaksak, bu siz ya da ben olmalı. Hepimiz giyim alışverişinde, bilgisayar alırken ya da telefon hizmetlerinde en iyi fiyatı ararız. İşletmelerimize yüksek kaliteli düşük maliyetli tedarikçileri bulmak isteriz. AT&T eğer işten çıkarmaları durduracağına söz verirse telefon faturasının iki katını ödemeye razı olacak bir kişi tanımıyorum. Bu şirketler tüketicilerden ve hissedarlardan gelen sürekli baskıya yanıt veriyorlar.

Bu arada, şirketlerin karşı karşıya oldukları rekabet baskısı ülke dışından gelmek zorunda değil. AT&T müşterilerini Telfonos de Mexico ya da Philippine Long Distance’ye kaptırma endişesi duymuyor. MCI’ya, kablo hizmetlerine, Baby Bell’lere ya da indirimli telefon hizmeti sunan büyük miktardaki yetkili satıcı da denen küçük şirkete kaptırma endişesi yaşıyor.

Piyasa güçlerinin hareketlerine bakalım. Yerleşik sanayilerdeki eski şirketler çağa ayak uydurmakta zorlanıyor. Daha genç ve agresif şirketler daha yaşlılara meydan okuyor ya da sıfırdan yeni sanayi kolları inşa ediyorlar. Eski şirketler başarısız olduğunda insanlar işten çıkarılıyor ve sonrasında yerine yeni şirketler geçiyor.

Şirketler bugün kalpsiz ve açgözlü olmakla eleştiriliyor fakat çok da eski olmayan bir zamanda yumuşak, tembel ve gerçekle bağı kopmuş olarak aşağılanıyorlardı. 1980’lerin ortasında, Japonların bizden daha iyi ürünler ürettiklerini, Almanların bizden daha sıkı çalıştıklarını öğrendik. Şirket yöneticilerimiz golf oynarken yaptıkları sayıları düşünürken Lutce’de en iyi masada otururken onların yöneticileri nasıl bizden daha fazla üretip satabileceklerine kafa yoruyorlardı.

Detroit bu eleştirilerin odağındaydı ve hak ettiğini de buldu. Üç büyük otomobil şirketi eskimiş fabrikalarında ve arabaların fiyatlarına eklenip duran sendikaların gittikçe artan maaş baskısı altında ikinci kalite arabalar üretiyorlardı.  Yani Japonlar ve Almanlar gelip daha ucuza daha kaliteli arabalar sunana dek tüketiciler paralarının karşılığını alamıyordu. Bir zamanların milyonlarca sadık yerli otomobil alıcısı yabancı markalara kaydı ve otomobil sanayisi, gerileyen ve düşüşteki Amerikan sanayisinin sembolü oldu. 1979’dan 1982’ye kadar Chrysler şöyle ya da böyle ciddi bir iflas riski barındıran kriz halindeydi. Kurtuluşu ise güçlü liderlik, işten çıkarmalar, maliyet düşürücü önlemler ve etkileyici yeni ürün gamı (hafif ticari araç, K-car, yenilenmiş Jeep vb.) sayesinde oldu. 1980’de Federal Hükümet garantili 1,5 milyar dolar aldı (bununla da kendisini kurtaran yeni arabalar üretti) fakat her bir kuruşunu da ödedi. Güçlü liderleri Lee Iacocca idi ve o kadar başarılı bir geri dönüşü yönetti ki şirketin ona ödediği her kuruşu hak etti.

Iacocca olmasaydı, Chrysler de Studebaker ya da Nash gibi yok olurdu. Fakat şirket ayakta ve 126.000 çalışanı ve tedarikçilerini de sayarsak 500.000 kişiye istihdam sağlıyor. Amerika’da üretimde çalışan 18 milyon işçinin bulunduğunu düşünürsek bunun çok büyük bir rakam olduğunu görürsünüz. Ayrıca Chrysler işçileri kârdan da 3.200 dolar prim aldılar.

Diğer üretici firmalar Chrysler’i takip ederek, küçülme, maliyet düşürme ve yeni ürün üretimine odaklandılar. Çok azı Chrysler gibi acil bir önleme ihtiyaç duruyordu fakat hepsi 1982’deki durgunluktan etkilendiler. Kendilerini iyi günlerde işçi alıp kötü günlerde çıkartma rutininden kurtaracak önlemler aldılar.

Daha küçük bir işgücü ile daha verimli olma dürtüsü üretimden perakendeye, ilaç, banka, finansal hizmetler ve en son da gazete ve eğlence sektörlerine yayıldı. Şirketler rekor kâr açıklarken bile gelecekteki zor zamanlara hazırlanmak için kendilerine Chrysler reçetesini ( maliyet düşürme, daha iyi ürünler yapma) uyguladılar. Hazırlık yapmayan ve 11. Bölümde (iflas erteleme) kaybolan bazı büyük şirketlerle aynı kaderi paylaşmaktan kaçınmak istediler.

Bu verimlilik yarışının sonucu olarak, ABD iş gücü dünyanın en verimlisi haline geldi. İş Gücü İstatistik Bürosu’ndan alınan son verilere göre ortalama bir Amerikan işçisi yılda 49.600 dolarlık mal üretiyor. Bu da ortalamada Almanlardan 5.500 dolar, Japonlardan da 12.000 dolar daha fazla ürün demek. Bu ek verimlilik şirketlere bir çok seçenek sunuyor.

Varsayalım ki bu eski fabrikada çalışan işçilerin taşındıklarında %15 daha verimli çalışacakları yeni bir fabrika kurulsun. Şirket bu %15’in %5’ini işçilere zam yaparak onları mutlu edebilir, fiyatları %5 düşürerek müşterileri memnun edebilir ve hala kârını %5 arttırarak hissedarlarını mutlu edebilir. Tabii ki bu verimlilik rüzgarı farklı şekillerle de bölünebilir fakat konu şu ki daha rekabetçi olmanın birçok faydası vardır.

Bana sorarsanız, son zamanlarda ulusun yaşadığı refah artışının iki anahtar noktası var: Yeterince büyük şirketin işlerinin iyi gitmesinin (Chrysler gibi) yanında küçük şirketlerin de serpilmesi. Biri eksik olsaydı acınası durumda olurduk.

Formda olan 25 şirketi 90. Sayfada (ÇN: Orijinal metinde bunlar yok) bulabilirsiniz. Birçok isim daha eklenebilirdi fakat bunlar diğerlerinden ayrılanlar. Birkaçı büyük sorunların üstesinden geldi. Diğerleri dipten dönmeyi başardı. Bazıları da bütün olanaksızlıklara rağmen kâr artışını sürdürdü. Coca Cola gibi devlerden de çok nadir olanları büyüme hızlarını arttırdı.

Gaza basan şirketlerden biri de Hewlett-Packard. 1975’te test ve ölçü aletleri satan bir işletmeyken IBM’in 15’te biri kadardı ve yıllık satışları da 981 milyon dolardı. 1995’te ise satışları 31.5 milyar dolara çıktı ve sadece %10’u test ve ölçü aletlerinden geliyor. Satışların büyük çoğunluğu (25,3 milyar dolar) yazıcı ve bilgisayar satışlarından oluşuyor. Hewlett-Packard şu anda IBM’in yarısı büyüklüğünde, 1983’e kadar hiç yazıcı üretmese de şimdi yazıcı üretiminde lider ve dünyada bilgisayar satışlarında altıncı sırada. Şirket yeni ürünler hayal etmeleri için cesaretlendirilen çalışanlar tarafından harekete geçirilmiştir.

Toplamda, listedeki 25 şirket son on yılda satışlarını ve kârını ikiye katladı. Ayrıca kendilerini küçülme hastalığı ile ilgili olumsuz kamu algısının hedefi yapacak şekilde iş gücünü 363.000 azalttılar. Fakat eğer küçülüp daha iyi ürünler ortaya koymasalardı başlarına gelecekler tüylerimi diken diken ediyor. Sadece Fortune 500’den birkaç firmanın iflas etmesi işsizliğin yayılmasına sebep olurdu. 500 büyük şirkette yaşanan 3 milyon iş kaybının yerine 10-15 milyon işi kaybedebilirdik.

Yenilikçi büyük şirketler sonlarının gelmesini engellerken, küçük şirketler mükemmel şekilde gelişme gösterdiler. Tam olarak kaç iş yarattıklarını kimse bilmiyor fakat Amerika’da sadece 1980’lerde 6.3 milyon yeni işletme açıldığını biliyoruz.

Bu 6.3 milyon yeni işletme arasında yüksek başarı elde eden seçkin bir grup var. Bunların en başarılı 25’ini 92. Sayfada (ÇN: Orijinalinde bu yok) bulabilirsiniz. Cabot hariç hepsi son yirmi yılda halka açıldı. Listeyi sadece bilgisayar endüstrisinin yıldızlarından kursaydık performansları çok daha iyi gözükürdü. Fakat Amerika’da her türden işletmenin çok hızlı büyüyebileceğini göstermek için farklı sanayi kollarından şirketleri ekledik. Oyuncak şirketi, bordro hizmetleri, hava yolu ve hatta lastikleri güçlendirmek için karbon siyahı üreten bir firmayı da koyduk. Bunlardan Cabot zor zamanlar geçirdi ama kendini toparlamayı başardı.

1985 yılında bu 25 küçük şirketin 31.4 milyar dolarlık satışı vardı ki bu da Exxon’un satışlarının yarısına denk geliyordu. Toplam kârları IBM’in kârının dörtte biri kadardı. 25 büyük firmanın istihdamı 2.6 milyonken bu şirketler 368.000 kişiye istihdam sağlıyorlardı.

1996’nın Mart ayında, küçük şirketlerin toplam satışları 260 milyar dolara çıktı ve 1.4 milyon kişiye istihdam sağlıyorlar. Yani 25 büyük şirketimiz 363.000 işçi çıkarırken küçük şirket grubundakiler 1 milyondan fazla ek istihdam sağladı.

Wal-Mart 1985’te küçük şirket listesine girecek kadar ufakken, bugün listede Exxon hariç tüm şirketlerden daha büyük. Toys ‘R’ Us 1985’te orta ölçekli bir işletmeyken, bugün Gillette ya da Colgate’den daha fazla satış yapıyor ve Goodyear’dan 22.000 işçi fazla çalıştırıyor. Amgen 1975’te daha kurulmamıştı ve 1985’te 200 kişi çalıştırıyordu. Bugün Amgen; kendine 1995’te 538 milyondan fazla ciro kazandıran 200 milyon dolar üstü satış yaptığı bir çift ilaç (Neupogen ve Epogen) üretiyor.

Bu şirketlerin arkasında işleri başka türlü yapma azmi ve vizyonu olan lider ya da liderler var. Thomas Stemberg market zincirindeki işinden kovulduktan sonra işletme planını koltuğunun altına aldı ve onu 25.000 kişiye istihdam sağlayan Staples’e dönüştürdü. Yarattığı 3 milyar dolarlık şirket 2000 yılında 10 milyar dolar değerine ulaşacak. Herb Kelleher bölgesel havayolu olan bir şirketi 20.000 kişiye istihdam sağlayan Southwest Havayollarına dönüştürdü.  

Birçok insan Federal Express’in atlı posta sisteminin devamı olduğunu düşünür fakat 1973 yılında Frederick W. Smith’in kafasındaki bir fikirden ibaretti. Smith teslimat işinde devrim yaptı. MCI’dan Bill McGowan ve Bert Roberts, uzun mesafeli aramalar pazarında AT&T ile rekabet etme cüreti gösterdiklerinde herkes onlara gülmüştü. On yıl boyunca MCI para kaybetti fakat hayatta kalıp başarılı oldu. MCI’nın rekabeti sayesinde uzun mesafeli aramalara daha az ödüyoruz.

20 yıl önce, Nucor ince yassı kütük dökümü teknolojisi adında yeni bir teknolojiyi benimseyen küçük bir çelik üreticisiydi ve bu teknoloji sayesinde diğer çelik üreticileri bocalarken büyümesini sürdürdü. Başkan Ken Iverson işçilerine şirket performansına göre ödeme yapıyor ve bugün Nucor ülkenin dördüncü büyük çelik üreticisi. 2000 yılında, o zamanki ismi U.S. Steel olan Amerikan tarihinin ilk milyar dolarlık şirketi USX’i geçecek.

Büyük şirketlerin altından yükselen küçük şirketler olmasaydı, ABD şu anki %5,6’lık işsizlik oranı yerine çok kolay %15 işsizlik oranına sahip olurdu. O durumda, büyük şirketlerin işçi çıkarmaya direndiği ve 19.6 milyon insanın (iş gücünün %10,9’u) çalışmadığı Avrupa devletlerinden daha kötü durumda olurduk. Babacanlık yaparak, maliyet kısmayı ve yenilik yapmayı reddederek, Avrupa’nın büyük şirketleri cansızlaştı. Küçük şirketleri ise bulması çok zor. 1990’larda ABD’de 2.740 küçük şirket halka açıldı ki bu kutsal Roma Cermen İmparatorluğu kurucusu Şarlman’dan beri 900 yıldır Avrupa’da olandan daha çok.

Tahminim odur ki Avrupa daha başındayken biz küçülmenin sonlarına yaklaştık. Bizim tamamlamaya çok yakın olduğumuz acı verici sürecin daha başındalar ve bunu şimdiden 20 milyon insan işini kaybetmişken yapıyorlar. Önlerindeki sorunlarla başa çıkmaları için Prozac’tan çok daha güçlü bir ilaca ihtiyaçları var.

Tabii ki bizim de sorunlarımız yok değil. Toplam büyüme oranımız tarihteki büyüme oranları kadar parlak değil ve en düşük maaşla çalışan işçilerimiz eve enflasyona oranlandığında 25 yıl öncesinden daha az ekmek götürüyorlar. Çocukların yarısının liseyi bitiremediği içteki şehirlerimizde daha yüksek suç oranı ve işsizlik var. Okulu bırakma oranımız en az işten çıkarmalar kadar dikkat çekmeli ve buna çözüm bulmak için yeterince çaba gösterilmiyor. Tayvan ya da Kore’de okulu bırakma oranı sıfıra yakın ve bu ülkeler sırf bu yüzden bir dahaki yüzyılda ABD’ye karşı büyük bir avantaja sahip olacaklar.

Fakat sıra iş yaratmaya geldiğinde bizimkisi dünyadaki en dinamik ekonomi. Bence 1990’lardaki olumsuzluğun büyük kısmı yersiz.

Peter Lynch, John Rothchild ile birlikte Investor’s Edge’de yazıyor ve Fidelity Magement and Research’ün başkan yardımcısı. Üçüncü kitapları Kazanmayı Öğren Simon &Schuster’den kısa süre önce piyasaya çıktı.

Anahtar Kelimeler: Uluslararası Ekonomi, İstihdam, Ekonomi, Hisse Yatırım Stratejileri

Tek Yorum

  1. burak wilcoach demiş ki:

    Eğer bir yerde insanlar kapitalizmi suçluyorsa orada devlet piyasanın içinden geçiyor demektir 🙂

    Temmuz 14, 2021
    Yanıtla

burak wilcoach için bir cevap yazınCevabı iptal et

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.