Site icon Latteden Borsaya

Howard Mark Makaleleri 2000-3: Yatırım Derlemesi

Herkese selamlar.

Howard Marks makalelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Dot.com balonu patlamaya başladı.

Geleneksel yatırım yöntemleri artık daha az hakarete uğruyor. İnsanlar dolar bazlı %10-11 getirinin yüksek olduğunun tekrar farkına varmaya başlamış durumda.

Hal böyleyken Howard Marks da boş dumuyor ve bu sırada topladığı makale ve haberleri yorumlar ile birlikte okuyucularına sunuyor.

Eğer bu makaleleri 2020-2022’den önce okusaydım, yaşadığım zamanı da daha farklı değerlendirirdim. Tarih tekerrür etmese de geçmişle günümüz arasında kesinlikle kafiye var.

(Dinlemek isteyenler için yazının seslendirildiği youtube videosunu da aşağıya bırakıyorum)

Hadi başlayalım.

“Balon.com” ve girişim sermayeleri ile ilgili makalelerime gelen yanıtlardan dolayı yazmaya devam edeceğim. Zamanla, çok da büyük olmayan fakat ilginizi çekebileceğini düşündüğüm bazı fikirler topladım. Bunları zaman zaman paylaşabilirim; bu konuda ne düşündüğünüzü bana söyleyin.

Saygı Görmüyor

Yeni halka arz olan ve gündemdeki diğer teknoloji şirketlerinin son bir iki yıldaki davranışı, geleneksel olarak doğru kabul edilen her değere musallat olmuş durumda. Martta zirveye ulaşan bu durum, tüm zamanların en büyük balonu olmalı. Son zamanlarda daha önce görülmemiş bir hızla çok büyük paralar kazanıldı. Şirketler, işletme planı safhasından halka arza giden süreci bir iki yılda tamamlıyor ve değerlemeleri milyarlarca dolar oluyordu. Kurucuları ve girişim sermayesi destekçilerine milyarlarlarca dolar değerleme üzerinden para kazandırıyorlardı.

Son 12 ayda, ülkenin her iki yakasının teknoloji girişimcileri ve yatırımcıları on milyonlarca dolar değerinde evler satın aldılar. Sabırsız alıcıların oluşturduğu sıra; özel jet, yat ve deniz kenarındaki evlerin fiyatlarını arşa çıkardı. Sanat ve antika piyasası alevlendi. Kısacası bir arkadaşımın dediği gibi “paraya büyük saygısızlık yapıldı”.

Geleneksel yatırım değerleri de aynı şekilde saygısızlığa uğradı. Risk, yatırımcıların dostu olarak görüldü ve ihtiyat gereksiz ve beyhude olarak adlandırıldı. Kâr -hatta kâr tahminleri bile- gereksiz olarak nitelendirildi. Para kazanmanın yavaş ve istikrarlı yolları en sonda gelirken, en riskli yöntemler en yüksek getiriyi elde ettiler. Girişim sermayesi yatırım fonları yıllık üç haneli kazançlar elde ettiler ve kârsız teknoloji şirketlerinin halka arzları da bir günde aynı performansı gösterdi.

Öte yandan, yatırımcılar neden portföylerinde sabit getirili varlık tuttuklarını unutuverdiler. Değer yatırımı hisse senetleri ve mutlak getiri stratejileri saygısızlık görme konusunda aynı muameleden nasibini aldı. Mayıs 1999’da, Angelo Gordon’dan John Angelo’nun durumu zekice şöyle açıkladığını duydum:

20 sene önce, insanlara her yıl %15 kazanabildiğimi söylediğimde, “Bu imkansız” derlerdi. Bugün, insanlara her sene onlara yılda %15 kazandırabileceğimi söylediğimde, “Kimin umrunda” diyorlar.

Örneğin, fiyatları kısmen yüksek getirili yatırım fonlarında yaşanan istikrarlı sermaye çıkışı sebebiyle (hisse fonlarına girmek üzere) düşen yüksek getirili tahvillere bakalım. Dün, yüksek getirili tahvillere para akışı devam eder mi diye sordular. Cevabım: “İnsanlar bir kez daha %11’in iyi getiri olduğunu fark ettiklerinde” oldu.

Fakat geleneksel yatırım felsefesine olan bu saygısızlık da geçecek. Doğrusu, bu sürecin başladığını görüyoruz. Genel olarak, geçen sene en iyi performansı gösteren portföyler bu sene şimdiye kadar en kötü performansı gösterdi, ya da tam tersi oldu.

Geleneksel yatırım değerleri tekrar saygı görecek. “İhtiyat” gibi kelimelerin tekrar yatırımcıların günlük konuşma diline döneceğini bile hayal edebiliyorum.

İnancınızı Tazeler

Eğer sağ duyu ve mantık işlevini kaybederse, hayatlarımızı nasıl devam ettiririz? Balon.com’da, dot.com şirketlerinin nasıl da bir işletmenin çekici olabilmesi için gelirlerinin harcamalarını geçmesi gerektiği gibi eski moda bir düşünceden ayrıştıklarını tekrarlayıp durmuştum. Aksine, 1999’da bu şirketlerin iş modelleri, reklamları göz yuvalarına sokabilmek için bedavaya ürün vermek ya da maliyetinin altında ürün satmak üzerine kuruluydu.

WebHouse Club başarısız olan bedavaya ürün dağıtımının simgesiydi. Şirket Priceline.com’dan ayrılınca, müşterilerin market ve akaryakıt alışverişlerinde ödeyecekleri fiyatları teklif etmesi imkan veren bir işletme modeli ile yola çıktı. Fakat bir sorun vardı: Üreticiler müşterilerin ödemek istedikleri fiyata ürün tedarik etmek istemiyorlardı, böylece aradaki farkı WebHouse karşılıyordu. Balon.com’da “maliyetinin altında satış yapan bir iş adamı hakkında eski bir fıkradan bahsetmiştim fakat bu sanatın yaşam bulmuş taklidini görmeyi de beklemiyordum. Her neyse, Webhouse destekçileri zarara katlanma heveslerini kaybettiler (Priceline hissesinin 170 dolardan 3 dolara düşmesinin de bunda etkisi olabilir) ve şirket 5 Ekim’de faaliyetlerini durdurdu.

Girişimcilerin (ve daha önemlisi, onları fonlamak isteyen yatırımcıların) kârsız “iş modellerinin” sürdürülemez olduğunu fark etmesinin güven tazeleyici olduğunu düşünüyorum. İnternet perakende şirketleri kapanıyor, özellikle de fazla kalabalık olan “yerlerdekiler”. Geçen sene, Goldman Sachs ihtiyaç duyduğu MBA’leri işe almakta sorun yaşıyordu, bu sene mülakat odaları yine aşırı kalabalık.

Hisselerden Makul Olan Beklenti Nedir?

Geçen sene binlerce kurumda yaşanan bir sahne , bir yardım kuruluşunun başkanlığını yaptığım yatırım komitesinde de yaşandı. Muhafazakar portföylerini tatışmaya açtılar ve bana daha fazla hisse senedi ekleyip eklememeleri gerektiğini sordular. Sonuç olarak, danışmanlarımızdan tahvil/hisse dağılımımız hakkında görüş istedik. Sonuçları ise ilginçti.

Modelleri daha yüksek hisse senedi dağılımı önerdi ve bunun daha yüksek portföy getirisi ve daha düşük riske sebep olacağını da eklediler. Neden? Çünkü hisse senetlerinin gelecekte %14 getiri elde edecekleri tahmin ediliyordu ve risk de 5 yıllık zaman diliminde %8 ortalama getiriyi yakalamama olasılığı olarak tanımlanmıştı.

İlk olarak, yüksek hisse dağılımının daha düşük risk barındırdığı hiçbir modele katılmadığımı bildirdim. Riskin bütün portföydeki dalgalanma olarak tanımlanması gerektiğini vurguladım.

Fakat ikinci olarak, hisse senetlerinin %14 getiri elde edecekleri tahminini sorguladım. Hisse senetleri 1995-1999 arasında %28 getiri elde ettiler. Dedim ki; birileri bu rakamı ikiye bölmenin muhafazakar bir tahmin olduğunu mu düşündü? Bana hayır dendi. Bu konu hisse senetlerinin uzun dönemli getirilerinin %13 olmasından kaynaklanıyor. (Ben her zaman %10 civarı olduğunu düşünürdüm fakat öyle görünüyor ki son 5 yıl bunu değiştirmiş.)

Buna sadece bir şekilde cevap verebilirim: Danışmanların araştırmacılarının vardıkları sonucun aksine, gelecekteki hisse senedi getirisinin daha düşük olacağına bahse girebilirim. Önümüzdeki on yılda hisse senetlerinin %14 ya da civarında bir getiri elde edeceklerine dair yüksek şüphe duyuyorum. Şirket kârları geleneksel olarak tek haneli rakamlarda büyüyor ve bunun kayda değer şekilde değişeceğini düşünmüyorum. F/K oranlarının daha da artması çok olası değilken ve temettüler de önemsizken tek haneli kâr artışları yakın gelecekte ortalama olarak tek haneli hisse performansına sebep olmalı.

Sonunda, ister 1929-1992 arasındaki %10 ister de 1940-1999 arasındaki %13 olsun, hisselerin geçmiş getirilerine sebepsiz bir güven olduğunu düşünüyorum. Dikkate alınmayan şey bu zaman aralıklarının başındaki F/K oranları çok düşüktü, şimdi ise kayda değer şekilde yükseldiler. Fikrim, F/K oranlarının gelecekte daha da yükseleceğine güvenilmeyeceğini yönünde.

Peki ben bu duruma nasıl bakıyorum? Boğalara tek bir soru soruyorum: ““20 civarındaki F/K’dan alınan hisse senetlerinin ortalama performansı nedir?” Cevabın iki haneli olduğunu sanmıyorum. Pozitif olduğundan bile emin değilim.

Piyasa Krizlerini Anlama Rehberi

Dikkatinizi, Moore Capital Management’in risk yönetim müdürü Richard Bookstaber tarafından yazılan ve başlıkla aynı isimli taşıyan mükemmel bir yazıya çekmek istiyorum. “Risk Yönetimi: İlkeler ve Uygulamalar” (Ağustos 1999) isimli AIMR Semineri tutanaklarında yayınlandı. Akıllı insanlar, bizim daha önce düşündüğümüz ama asla formüle etmediğimiz ya da dile getirmediğimiz düşünceleri mantıklı şekilde kelimelere dökerler. Bu makalede, Bookstaber, piyasa krizinin arkasındaki güçleri açıklama konusunda olağanüstü bir iş yapıyor.

Büyük oranda onun kelimelerini kullanarak, kendi değerlendirmemi ve vurgumu katarak analizini özetlemeye çalışacağım. Biraz yavaş ilerleyecek ama faydalı bulacaksınız.

Umarım yukarıda Oaktree’nin sıkıntılı borçlarda sergilediği yaklaşımlarından birkaçını fark edersiniz.

Birçoğumuzun Bookstaber’a benzer görüşleri olabilir ve 30 yılı aşan para yönetimi kariyerimde likidite talebinin fırladığı, likidite arzının kuruduğu, fiyatların yükseldiği ve çeşitlendirmenin görevini yapamadığı birçok durumu görme şansım oldu. Fakat “herkesin bildiği” şeyi özenle bir çerçeveye oturtan birine de sonsuz saygı duyorum.

Panikten bahsetmişken, hepimiz satma arzusunun alma isteğinden fazla olduğu zamalarda yaşanan kıyımı fark ederiz. Fakat Bookstaber’ın analizi, alım arzusunun satım isteğini aştığı tersi zamanlar için de geçerli. Buna alım paniği deniyor ve sonucunda zarar değil de kâr edildiği için farklı terimlerle ifade edilse de benzer bir kriz anlamına geliyor. Özellikle 1999, likiditenin sebep olduğu 1987 krizi kadar mantıksızdı. Sonuçlarından bazıları yılın bu zamanına kadar görülmüş olsa da, bence bir kısmı da yolda.

İrfana Karşı Bilgi

Eğer Bookstaber’ın makalesi piyasa olgusu hakkında zekice bir açıklama getiriyorsa, bunun tersi nasıl olur? Örnek olarak, James K. Glassman’ın “Hisse Senedi Aldatmacası Piyasalara Olan İnancı Doğrulamalı” (Wall Street Journal 30 Ağustos) isimli makalesine bakalım. Glassman’ın ismi size tanıdık gelebilir çünkü kendisinden 1 Mayıs 2000’deki makalemde kendisinin yazarlarından biri olduğu “Dow 36.000” isimli makaleden bahsetmiştim. Şimdi yine onunla ters düşmek büyük bir zevk.

Glassman’ın kitabı, Dow’un 36.000 olması gerektiği çünkü hisse senedi çarpanlarının olduklarından çok daha fazlasını hakettiği yazıyordu. Çarpanlar daha yüksek olmalıydı çünkü hisselerde çok düşük risk vardı ve bundan dolayı yatırımcıların risk primi talep etmelerine gerek yoktu. Bu düşüncenin mantıksız olduğunu düşünmüştüm ve son makalenin de aynı şekilde mantıksız olduğunu düşünüyorum. Bu sefer Glassman, hisse senetlerinin riskini düşüren en önemli şeylerden birinin en barizi internet olan, piyasalardaki teknolojik gelişmeler olduğunu söylüyordu. Bilgi o kadar hızlı ve derinlemesine yayılıyordu ki yatırım daha az riskli hale geliyordu. Bu yüzden de hisseler tam da olunması gereken yerdi. Belirttiği gibi “Bilginin yayılmasını hızlandıran internetin belki de kalıcı olarak hisse fiyatlarını yükseltme etkisi de vardı. Bu şekilde, yeni teknoloji ABD yatırımcılarının cebine yüz milyarlarca dolar koymuştu.

Çelişkili bir biçimde, Glassman bunun kanıtını Emulex olayında bulmuştu. 25 Ağustos 2000’de internette şirketin sahte bir basın açıklaması yayılmış ve 20 dakika içinde Emulex’in fiyatını 103 dolardan 45 dolara inmişti. Birkaç saatlik işlem durdurmasından sonra, haberin düzeltilmesi hisseyi tekrar 100 dolara çıkardı. Glassman’ın bu piyasa için kullandığı terim: ” büyüleyici bir etkinlikti”.

Hem yanlış bilginin hem de düzeltmesinin bu kadar hızlı yayılması onu rahatlatmıştı.

Bilginin hızlı (çoğu zaman teyit edilmesini, damıtılmasını ve anlaşılmasını imkansız hale getirecek hızda) ve evrensel şekilde yayılmasının piyasayı daha güvenli yapmak ile hiçbir ilgisinin olmadığını düşünüyorum. Kanıt olarak, piyasa dalgalanmasındaki trende bakın. Medyanın abartılı reklamları ve diğer kısa vadeli gelişmeler piyasaları çok daha tehlikeli hale getiriyor.

Bugünün kitle piyasasına ve ilişkili bilgi seline baktığımızda; ortağım Sheldon Stone yatırımcıları bir ileri bir geri giden bir bottaki yolculara benzetiyor. Bu da yolculuğu zorlu hale getiriyor.

Glassman neyi yanlış yaptı? Bana göre, hatası aşağıdaki cümlede çok açık:

Piyasalar şirketler hakkında o kadar çok şey biliyor ve bunu o kadar kısa sürede yapıyor ki varlık değerlemeleri sadece bir dakikalığına verimli ve isabetli oluyor.

Benim için sonuç şu: Etkinlik ve doğruluk iki farklı şey. Mayıs’taki makalemde yazdığım gibi, yatırımcılar yeni bilgiyi çok hızlı şekilde varlık değerlemelerine ekliyor ve piyasa çabucak topluluğun değer algsını yansıtıyor. Fakat bu topluluğun haklı olduğu anlamına gelmez. Bilgi irfan değildir. Yatırımcıların bilgi sahibi olması onun önemini anladıkları anlamına gelmez. Eğer yatırımcıların bilgisi gerçekten artsaydı, hisse senetlerinde yaşanan dalgalanma bu kadar olağanüstü şekilde artmazdı. Atasözünün ahmaklar hakkında dediği gibi: “Her şeyin fiyatını bilirler, hiçbir şeyin değerini bilmezler.”

16 Kasım 2000

Makalenin sonuna geldik. Beğendiyseniz beğen tuşuna bas.. kanallar karıştı:) Howard Marks’ın her makalesi altın değerinde benim için yeni ufuklar açıyor. Umarım sizin için de aynı hisse yaratıyordur.

Saygılar.

Exit mobile version