Site icon Latteden Borsaya

Howard Marks Makaleleri 2001-4: Bizi Ne Bekliyor?

Herkese selamlar.

11 Eylül saldırılarının ardından Howard Marks, sadece New York’taki gözlemlerini değil, aynı zamanda bu trajedinin ekonomi ve yatırım dünyası üzerindeki etkilerini de kaleme aldı.

“Bizi Ne Bekliyor?” başlıklı bu yazı, belirsizliğin en yoğun olduğu dönemlerde dahi yatırım disiplinine, risk bilincine ve güvenin rolüne dair önemli dersler barındırıyor.

Howard Marks’ın satırlarında hem tarihe tanıklık eden bir yatırımcının duyguları hem de geleceğe dair ihtiyatlı bir bakış açısı bulmak mümkün.

Hadi başlayalım.

Bizi Ne Bekliyor?

Müşterilere notlar yazmak çok hoşuma gidiyor. Görüşlerimi sizlerle paylaşma fırsatını ve bunlara gösterdiğiniz ilgiyi de çok önemsiyorum. “New York’tan Notlar”ı kaleme almak bana iyi geldi. Yazmak bana, saldırı sonrası yatırımcılık dışındaki konularla başa çıkma gücü verdi.

İtiraf etmeliyim ki saldırıların ekonomik ve yatırımlarda yaratacağı sonuçlar hakkında bir yazı yazmak için hevesli değildim. Görüşlerimin çoğu olumsuz ve ben bir ekonomist değilim. Yine de elimden geldiğince düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Geleceğe Bakış

Ekonomi, iş dünyası ve yatırımcıların tamamı gelecekle ilgilenir. Ekonomistler gelecekteki koşulları tahmin eder. İş insanları, yaklaşan yeni ortamda kâr etmek için şirketler kurar ve yönetirler. Tabii ki yatırımcılar, varlıkların gelecekte ne kadar değerli olacağını öngörmeye ve buna göre pozisyon almaya çalışırlar.

Muhasebeci ve tarihçi gibi meslekler geçmişle, doktor ve avukat gibileri de bugünle ilgilenirken, yatırımcı olarak bizim işimiz gelecekle başa çıkmaktır.

İşte bu yüzden yatırım ilginçtir, zorludur ve bazen kazançlıdır. Eğer geleceğe dair sonuçlar çıkarmamız gerekmeseydi ya da gelecek belirsiz olmasaydı, herkesin getirisi aynı olurdu. Tabii aynı zamanda çok da yüksek getiriler olmazdı. Zaman zaman yüksek getiri elde etmemizin sebebi belirsiz bir gelecekle uğraşıyor olmamızdır ve üstün yatırımcıların diğerlerine üstünlük sağlayabilmesinin nedeni de yine belirsiz gelecektir.

Yatırım süreci, kâr ve değer açısından tamamen geleceği öngörmekten ve bu geleceği bugünden ödenecek fiyatlara dönüştürmekten ibarettir. Bunun için de dünyanın yarın nasıl görüneceğine ve şirketlerin, ürünlerinin bu dünyada nasıl bir performans göstereceğine dair bir görüşümüz olması gerekir.

Hepimiz, “normal”i nasıl anladığımıza dayanarak günde binlerce küçük karar veririz. Musluktan su içerken sağ tarafı çeviririz, çünkü hep soğuk su oradan gelmiştir. Önceki arabamızdan ya da diş macunumuzdan memnun kaldığımız için yine aynı markayı alırız. Yeşil ışıkta karşıya geçeriz, çünkü gelen sürücülerin kırmızıda duracağına güveniriz.

Her ne kadar her zaman doğru çıkmayacaklarını bilsek de, bunlar gibi varsayımlarda bulunmak zorundayız. Eğer her karar aldığımızda sıfırdan başlasaydık felç olurduk. Bu yüzden geçmişte işe yarayan şeylerin gelecekte de muhtemelen işe yarayacağını varsayarak işe başlarız ama işe yaramayabilecekleri ihtimaline de pay bırakırız.

Biz yatırımcılar da aslında aynı refleksle hareket ediyoruz. İyi yönetilen, kaliteli ürünlere sahip şirketlerin para kazanmasını ve buna göre değerlenmesini bekliyoruz. Kasasında parası olan şirketlerin borçlarını ödeyeceğini varsayıyoruz. Ekonominin durgunluklardan toparlanıp zaman içinde yeniden büyüyeceğine güveniyoruz.

Yani attığımız çoğu adım, geçmişten yola çıkarak geleceğe uzanıyor. Yatırımda da tahminlerimizin temelinde hep şu düşünce vardır: Gelecek, geçmişe benzeyecek. Çoğu zaman da bu doğru çıkar. Ama benim tahmincilere dair iki itirazım var:

  1. Çoğu tahmin, geleceğin geçmişe benzeyeceğini söyler. Oysa asıl değerli tahminler radikal değişimi işaret edebilenlerdir. Ancak bu tür tahminler neredeyse hiç yapılmaz ve yapanlar da genellikle haklı çıkmaz.
  2. Tahminciler, yaptıkları tahminleri çoğu zaman olduğundan daha sağlam ve güvenilir şekilde sunar. Yani kimse, “İşte benim tahminim ama bence siz bunu biraz kuşkuyla yaklaşın” demez.

Bugün bile ekonomiye ve piyasaya dair, geçmişe bakarak hazırlanan tahminler yapılıyor. Bana kalırsa, gelecek artık geçmişe eskisi kadar benzemeyebilir. Dahası, daha önce hiç aklımıza gelmemiş ihtimallerin gerçekleşme olasılığı var.

Saldırılardan hemen sonra gazetelerde, geçmiş krizlerden sonra piyasaların ne kadar sürede toparlandığını anlatan yazılar çıkmaya başladı. Fakat bu örnekler ne kadar geçerli? Örneğin Irak’ın Kuveyt’i işgalinden sonra piyasa beş ay boyunca düşmüş, ardından hem kayıplarını telafi etmiş hem de üstüne daha da yükselmişti. Yani o sürecin sonuçları görece olumlu olmuştu. Hepimiz yine aynı şeyi görmek istiyoruz, hem de hızlıca. Ama gerçekten bu ihtimale güvenerek bahse girmeye hazır mıyız?

Hepimiz güven duymaya ihtiyaç duyuyoruz. Geleceğin bilinebilir olduğu, normal olanın devam edeceğini varsayarak karar verebileceğimiz bir dünyada yaşamak istiyoruz. Bu ülkenin 11 Eylül öncesindeki kaygısız günlerine döneceğine inanmak istiyoruz. Liderlerimizin gemiyi ayakta tutup sorunları aşabileceğine inanmak istiyoruz. Bu yüzden, bu inancı destekleyen tahminlere sarılıyoruz. Ama bugün, geleceğe dair karar alırken, her şeyin eski hâline döneceğini varsaymak ne kadar akıllıca?

Yeni Gelecek

Bana öyle geliyor ki, bugün geleceğe dair bildiklerimiz, her zamankinden bile daha az. Zaten hiçbir zaman çok değildi.

Terörizm konusunda: Endişelerimizin ne kadarı Usame bin Ladin ve El Kaide’den kaynaklanıyor, ne kadarı diğer gruplarla ilgili? Bin Ladin’in planlarının ve kaynaklarının ne kadarı 11 Eylül saldırılarında kullanıldı, ne kadarı hâlâ hazır bekliyor? Bin Ladin gerçekten şeytani bir dâhi mi, yoksa şansı yaver gitmiş bir “kâğıttan kaplan” mı? Daha başka darbeler gelecek mi? Her yıl ses getiren büyük bir saldırı mı göreceğiz? Yoksa Orta Doğu’daki şiddet, burada da sürekli ve kalıcı bir hâl mi alacak? Kimyasal ve biyolojik silahlar gerçek bir tehdit mi?

Tepkimiz hakkında: Bin Ladin’i bulabilecek miyiz? Onu ve adamlarını yakalayabilecek miyiz? Askerî operasyonlarımız başarılı olacak mı, üstelik büyük çaplı “yan zarar” yaratmadan yapılabilecek mi? Adaleti yerine getirirken insanları ve ülkeleri kendimizden uzaklaştırmadan bunu başarabilir miyiz? Teröristler, attığımız adımları cezalandırmaya kalkacak mı? Kalkarlarsa bu bizim kararlılığımızı ya da müttefiklerimizin iradesini sarsar mı?

Ekonomi Hakkında

Bizi ne kadar derin bir durgunluk bekliyor? Ne kadar sürecek? Toparlanmayı tetikleyecek şey ne olacak ve nasıl bir şekil alacak? Havayolları ve otelcilik gibi sektörler kalıcı olarak baskılanacak mı, yoksa 11 Eylül öncesindeki normale dönecekler mi? Likidite ve harcama isteği ne zaman geri dönecek? Bunlarda normal döngüsel kalıplara güvenebilir miyiz? Yeni bir terör saldırısı olursa, bütün bunlar yeniden sekteye uğrar mı?

Hangimiz bu soruların cevabını bildiğini söyleyebilir? Bu cevaplar olmadan geleceğin öngörülebilir olduğu iddia edilebilir mi?

Bu soruların çoğu bizi kimsenin ne olacağını bilmediği, bilinmeyen bir yere taşıyor. Olası yanıtların bazıları ekonomiyi ve piyasaları derinden etkileyebilir. İşte bu beni derinden kaygılandırıyor. Yatırımın en büyük ikilemlerinden bazıları, çok düşük ihtimalle gerçekleşen ama çok ağır sonuçlar doğurabilecek olaylarla ilgilidir. Bu olayları tahmin etmek zor olsa da en azından böyle bir ihtimalin varlığından haberdar olmamız gerekir.

Başka çaremiz yok. Geleceğin büyük ölçüde geçmişe benzeyeceğini varsayacağız. Ama aynı zamanda şunu da kabul etmeliyiz. Bugün olabilecek olayların aralığı her zamankinden daha geniş. Başka bir deyişle, normalden daha fazla belirsizliği hesaba katmak zorundayız.


Güvenin Rolü

Tüm ekonomik faaliyetlerin temel yapı taşı, işletme ya da hane halkı gibi harcama birimleridir. Bu birimlerin aldığı her karar, geleceğe dair beklentiler üzerine kuruludur. Bu beklentiler büyük ölçüde veriler, görüşler ve duygularla şekillenen “güven” tarafından belirlenir. Bazen düşünüyorum da, ekonomide belki de her şey güvene dayanıyor.

İnsanlar güvende olduklarını hissetliklerinde refahın süreceğini varsayar. Buna dayanarak borçlanır ve para harcarlar. Geleceğin yükselen bir trend çizgisi izleyeceğine inanır ve bu trene atlamak isterler. “Bugün almazsam yarın daha pahalıya mal olacak” diye düşünürler. Yani asıl endişeleri, eylemsizliğin kendilerine yükleyeceği maliyettir.

Bunun yanında, güvenleri kaybolduğunda işlerini kaybetmekten korkar, harcamalarını ertelerler. Nakde geçmeyi ya da borç ödemeyi tercih ederler. Alışveriş yapmayı ertelerler ve bir şeyleri daha ucuza alma fırsatlarının geleceğini varsayarlar. Yani bu kez düşündükleri, “Bugün harekete geçmezsem çok bir şey kaybetmem” olur. Fırsat maliyeti artık o kadar önemli görünmez.

11 Eylül olaylarıyla güvenin sarsılmadığını kim iddia edebilir? Daha önce iç güvenliğimiz için kullandığımız “korunaklı”, “dokunulmaz” ve “aşılmaz” gibi kelimeler artık anlamını yitirmiş gibi. Bir ay öncesine göre hepimiz en azından biraz daha güvensiz hissediyoruz. Bu yüzden de insanların büyük kısmı, harcama ya da yatırım kararı almayı kolaylaştıran o olumlu duygulardan yoksun ve genel olarak “bekle-gör” pozisyonuna geçmiş durumda.

Birçok ekonomik birim, bu daha belirsiz dünyada, hem rasyonel hem de duygusal sebeplerle, daha büyük nakit rezervlerine sahip olmanın gerekli olduğu sonucuna vardı. İnsanlar işlerini kaybetmekten korkuyor, yeni işe alımların yavaşlayacağını, prim ve maaş zamlarının daha düşük olacağını düşünüyor. Ayrıca çoğu, yeterince tasarruf yapmadığını ve harcamalarını sürdürmek için evlerini ipotek gösterek kredi çektiğinin de farkında.

Ev ve araba alımları erteleniyor. Şirket yatırımları yavaşlıyor. Üstelik kapasite kullanım oranı 11 Eylül’den önce bile düşüktü ve zaten düşüyordu. Bu kararların her biri, ekonomiden potansiyel bir büyüme kaynağını çekip alıyor ve yavaşlamaya katkıda bulunuyor. İşte ekonomik döngünün aşağı yönlü bacağı böyle oluşuyor (ve biz bunun birkaç aydır devam etmekte olduğuna inanıyoruz).

Peki sonra ne olacak? Ertelenebilecek her harcama ertelendiğinde, düşüş yavaşlayacak ve sonra duracak. Bir noktada, bir kişi işlerin daha kötüye gitmeyeceğini, fiyatların daha da inmeyeceğini düşünecek. Potansiyel bir alıcı sahaya dönüp sipariş verecek. O siparişi karşılamak için bir işçi işe alınacak. Bir üretici, işlerin artacağı beklentisiyle yeni bir makine alacak. Bir başkası bir işletmeye ortak olmayı ya da yeni bir iş kurmayı düşünecek. İşte böylece ekonominin yükselişi başlayacak.

Her şey psikolojinin iniş çıkışlarına dayanıyor. Bana göre asıl soru şu: “Güveni yeniden tesis etmek ne kadar sürecek?” Bunun cevabını bildiğimi iddia etmiyorum ama biraz zaman alacağını düşünüyorum.

Teşvik Edici Adımlar

Federal hükümet, ekonomik zayıflıkla mücadele için bu sene olduğu gibi cesurca harekete geçti. Tüm ekonomik trendler uçlarda başlar. İşte hükümetin müdahaleleri burada etkili olabilir. Bu sayede işler olabileceği kadar kötüye gitmez ama gidişatın yönünü tamamen belirleyemezler.

Finansal sisteme rekor miktarda likidite enjekte edilmesi, altyapımıza verilen zararla birlikte ortaya çıkabilecek bazı sorunların önüne geçti. Fon akışı ve menkul kıymet işlemlerinin takasındaki aksaklıklar engellendi. Böylece sistem çalışmaya devam etti ve Amerikalılar sisteme olan güvenini korudu. Hızla atılan parasal adımlar, tıpkı 1987 ve 1998’de olduğu gibi, potansiyel bir krizi önlemeyi yine başardı.

Maliye politikası, yani vergilendirme ve harcama da etkili olacak. Devlet harcamaları teşvik edicidir, çünkü bu parayla mal ve hizmet alınır ya da ödeme yapılır. Parayı alanlar da gidip yeniden harcayabilir. Bütçe açıkları ekonomiye, toplanan vergilerden daha fazla para pompalar. (Bu, tam tersi şekilde kısıtlayıcı olan bütçe fazlalarından farklıdır çünkü fazla olduğunda devlet ekonomiden çıkardığından fazlasını geri koymaz.)

Terör saldırılarından sonraki haftalarda yönetim, cari mali yıl için öngörülen bütçe fazlasını tüketmeye yetecek büyüklükte programlar açıkladı. Bunlara acil harcamalar için 40 milyar dolar, havayollarına sübvansiyon ve krediler için 15 milyar dolar dâhil.

Ekonomiyi canlandırmak için 60-75 milyar dolarlık bir paket açıklandı. Kısa vadede, CSFB’nin de dediği gibi, bu “faaliyetlerdeki yavaşlamaya karşı bir tampon” oluşturacak. (Uzun vadede ise etkileri o kadar pozitif olmayabilir. Çünkü bütçe açıkları ve bunları finanse etmek için yapılacak Hazine borçlanmaları; enflasyona, daha yüksek faiz oranlarına ve özel sektör borçlanmasının dışlanmasına yol açabilir.)

Faiz indirimleri de daralmayı hafifletebilir, muhtemelen daha fazlasını da göreceğiz. Fakat bunlar da yine uçlarda etkili olacak. Kısa vadede ekonomiye çok güçlü bir ivme kazandırmalarını beklemiyorum. İş dünyasında kullanılan en çarpıcı ifadelerden biri “boşa kürek çekmek”tir. Böyle bir ortamda faiz indirimleri de çoğu zaman bundan ibaret olabilir. Harcama isteğini kaybetmiş insanlar, düşük faiz oranlarıyla ev ya da araba alır mı? Yeterli tasarrufu olmadığını ve borçlarının ağırlaştığını fark edenler için bu yararlı olur mu? Kapasitesi mevcut durumda atıl olan şirketlerin yatırım iştahı geri döner mi?

Bu soruların cevaplarını kimse bilmiyor. Bununla beraber yanıtların kesinlikle son derece pozitif olacağı da varsayılmamalı. İnsanı umutsuzluğa düşüren bir Japonya’nın on yıllık durgunluk örneği karşımızda duruyor. Hükümet faizleri sıfıra kadar çekti, sisteme sürekli para pompalıyor. İhtiyatlı Japon vatandaşları eline geçen birkaç yeni bile bankaya yatırıyor, büyüme bir türlü canlanmıyor. Umudumuz, Amerikalıların harcama eğiliminin daha yüksek olması.

Sonuçta her şey yine güvene bağlanıyor. Tüketici ve şirket harcamaları bir noktada canlanacak, hükümet bunu teşvik edebilir ama zorla yaptıramaz.

Yatırımcı Tepkisi

17 Eylül’de, dört günlük bir aradan sonra, ülkenin finansal piyasaları yeniden açıldı. Dow Jones endeksi 685 puanla %7 düştü. O ilk günkü kaybı duyduğumda verdiğim tepki şuydu: “O kadar da kötü değil. 1987 çöküşündeki düşüşün sadece dörtte biri.” Borsalar o ilk hafta daha da düştükten sonra, kayıplarının çoğunu geri aldı.

Faiz indirimlerinin hisse senedi fiyatlarını desteklediği açıktır. Yatırımcılara Fed’in bir şeyler yaptığı hissini verir. Küçük ölçekte ekonomik faaliyete katkı sağlar. Değişken faizli konut kredisi ödemelerini düşürerek insanların elinde daha fazla harcanabilir gelir bırakıyor. Sabit getirili yatırım araçlarının getirisini düşürerek de nakit ve tahvillerin cazibesini azaltıyor. Böylece hisseleri görece daha çekici kılıyor.

Bunun yanında, ekonomik geleceğin neye benzeyeceğini kimse bilmiyor. 2001 ya da 2002’de şirket kârlarının ne olacağı hakkında kimsenin bir fikri yok. Gerileme ihtimali yüksek görünüyor. Ayrıca jeopolitik belirsizlikler de ufukta göz kırpıyor. Bu nedenle, Dow’un 10 Eylül kapanışına göre saldırılar sonrası sadece %6 düşmüş olmasına bakınca, yatırımcıların yeterince sarsılmadığını ya da rehavetin fazla hızlı geri döndüğünü düşünmeden edemiyorum.

24 Eylül’deki toparlanmanın başlangıcından bu yana Dow %10 yükseldi, bu hafta ise 200 puandan fazla arttı. Borsa adeta “Neyse ki bu iş bitti” diyor. Açıkçası, dünkü Wall Street Journal’da yer alan yazıda dile getirilen bakış açısı beni endişelendiriyor:

“Hisse Senedi Yatırımcıları Rahatlama Emareleri Gösteriyor: Faiz İndirimi 113,76 Puanlık Yükselişi Tetikledi”
… Fed, 11 Eylül terör saldırılarının zaten zayıf olan ekonomide belirsizliği “önemli ölçüde artırdığını” söyledi. Buna rağmen, bazı profesyonel yatırımcıların yavaş yavaş yeniden hisse senetlerine yatırım yapmaya başladığını gösteren işaretler yayılıyor. “Piyasa, artık en kötü senaryonun geride kaldığı hissini veriyor. Bu da insanlara daha rahat bir ortam sağlıyor.”

Dünyada meydana gelen olaylar ve piyasalar açısından gerçekten en kötüsünü geride bırakmış olmayı ne kadar çok isterdim. Fakat bunu kesin kabul edip büyük bir bahse girmeye niyetim yok. Eğer başkaları daha az korkarken benim daha çok korkmam gerekiyorsa, işte bu tür makaleler bana hâlâ endişelenecek çok şey olduğunu gösteriyor.

Her zaman, yatırımların mutlaka hataya geniş bir pay bırakması ve olumsuz sürprizlerin yaşanabileceğini hesaba katması gerektiğini vurgularım. Terör saldırıları, her ne kadar öngörülemez olsa da, kötü sürprizlere hazırlıklı olmanın önemini gösterdi. Ancak varlık fiyatları irrasyonel derecede düşük seviyelere geldiğinde bu tedbir bir süreliğine göz ardı edilebilir. Bana göre, yatırımcıların soğukkanlılığı bu kadar hızlı geri dönmüşken, hisse senetlerinin çoğu bu seviyeye gelmedi.

Peki Şimdi Ne Yapmalı?

Mevcut durumda, hem zaten zayıf olan ekonominin daha da kötüleşeceğini hem de terörün devam edeceğini varsayabiliriz. Yatırım sürecimizi bu varsayım üzerine kurarsak, nakitte kalır ve çok az pozisyona gireriz. Ben buna “tek senaryo yatırımı” diyorum.

Açıkçası sorun şu: Portföyümüzü bu kadar olumsuz bir senaryoda başarılı olacak şekilde düzenlersek, kendimizi gerçekleşecek diğer senaryolarda düşük performans göstermeye mahkûm ederiz. Sizlerin de bildiği gibi biz eylemlerimizi makro tahminlere dayandırmıyoruz ve bu konuda isabetli tahminler yapabileceğimizi de düşünmüyoruz.

Bu nedenle Oaktree, yarının dünden çok farklı olmayacağı varsayımıyla yatırım yapmaya devam edecek. Bugüne kadar bu varsayım hep doğru çıktı. Aynı zamanda, işlerin her zaman planlandığı gibi gitmeyeceğini öngören bir yatırım sürecini ısrarla sürdüreceğiz ve çok farklı senaryolar altında da başarılı olabilecek seçimler yapacağız. Uzun vadeli müşterilerimizin bildiği üzere, bu yaklaşım asla değişmiyor. Mevcut ortamda, hataya karşı çok geniş bir pay bırakmaya devam edeceğiz.

Biz sadece etkin olmayan piyasalarda yatırım yapmaya devam edeceğiz. Çünkü düşük riskin düşük getiri anlamına gelmek zorunda olmadığını, yukarı yönlü potansiyelle aşağı yönlü korumanın birlikte bulunabileceğini düşünüyoruz. İyi piyasalarda makul getiriler, kötü piyasalarda ise üstün getiriler elde etmeye çalışacağız. Piyasa iyi gittiğinde onu mutlaka yeneceğimizi vaat etmiyoruz ama yatırımda mükemmelliğin ölçüsünün bu olmadığını düşünüyoruz.

Temkinli Duruşumu Hiç Bırakacak mıyım?

24 Eylül’de Los Angeles Business Journal benimle yapılmış bir röportajdan alıntılar yayımladı. Röportajın geneli oldukça doğruydu ama başlığı “Bir Ayının Gözünden”di. Bu başlıktan pek hoşlanmadım. Neyse ki kısa süre sonra ortağım Steve Kaplan’dan şu e-postayı aldım:

“Ben seni hiçbir zaman bir kötümser olarak görmedim ve de kötümser olduğuna inanmadım. Tam tersine, kontrol edebileceğine inandığın konularda oldukça iyimser bir bakış açın olduğunu düşünüyorum. Senin temkinliliğin, kontrol edilemeyen konular etrafında şekilleniyor ve sen, sözde uzmanların yargılarının çoğunun büyük ölçüde tahminden ibaret olduğunu kabul ediyorsun.”

Steve’in yorumlarını çok değerli buluyorum ve umarım haklıdır. Benim ne kötümser, ne de “ayı” olarak anılma isteğim var. Hakkımda öyle düşünülmesinden de hoşlanmam.

Belki sadece, çoğu insandan daha fazla, geleceğin bilinemeyeceği gerçeği beni etkiliyor. Kullandığım deyimlere baktığımda, yarısının aslında geleceğe dair ne kadar az şey bilebildiğimizle ilgili olduğunu fark ediyorum.

Bu kadar temkinli olmam doğru mu, yanlış mı? Kimse kesin olarak söyleyemez. Bakış açım ve Oaktree’nin bundan doğan yatırım anlayışı, iyi yıllarda kârımızı azaltıyor mu? Muhtemelen evet. Peki kötü zamanlara ve beklenmedik gelişmelere karşı hazırlıklı mıyız ve bundan memnun muyuz? Kesinlikle evet.

Eğer aşırıya kaçan bir savunmacılık sergilersek, bunun en kötü sonucu müşterilerimizin getirilerinin biraz daha düşük olması olur. Bu dünyanın sonu değil. Sonuçta Oaktree ekibinin yeteneği, deneyimi ve disiplini, daha düşük risk profilimizin açığını kapatacak ve uzun vadeli getirilerimizi fazlasıyla rekabetçi tutmaya devam edecektir.

Bu işte geçirdiğim yıllar bana şunu gösterdi: Yatırımcıların çevikliğine olan inancım giderek azalıyor. Çoğu insan hep aynı pozisyonda sıkışıp kalıyor. Hep ya boğa ya ayı ya da arada bir yerde duruyor. Kimileri sürekli agresif, kimileri sürekli defansif. Kimileri her zaman geleceği görebildiğine inanıyor, kimileri asla göremediğine. Kimileri daima değer yatırımını tercih ediyor, kimileri hep büyümeyi.

Çok az kişinin zihni, gerektiğinde bir düşünce biçiminden diğerine geçecek kadar esnek. Teorik olarak sezgiye sahip olsalar bile bunu pratiğe dökemiyorlar. Çoğu insanın tarzı ve bakış açısı büyük ölçüde sabit. Yapabilecekleri en iyi şey, seçtikleri yaklaşımı ustalıkla uygulamak. Buna Oaktree’yi ve kendimi de dâhil ediyorum.

Fakat bu durum o kadar da kötü değil. Benim vardığım sonuç şu: Bir otobüs durağında yeterince beklersen, sonunda kendi otobüsün gelir. Bunun yanında tüm güzergâhta durmadan dolaşırsan, hepsini kaçırabilirsin. İşte bu yüzden Oaktree, savunmacı ve riskin farkında olmaya dayalı yatırım felsefesine sıkı sıkıya bağlı kalacak. Bunu da beceri ve disiplinle uygulamaya çalışacak. Bizce uzun vadede başarılı yatırımın anahtarı budur. Özellikle de bugünkü belirsiz ortamda…

4 Ekim 2001

Howard Marks’ın 2001 tarihli bu mektubu, üzerinden yıllar geçse de yatırımcılar için değerli bir pusula olmayı sürdürüyor.

Belirsizlik, piyasalarda hiçbir zaman eksik olmadı: Asıl mesele, bu belirsizlik karşısında nasıl bir yatırım felsefesiyle hareket ettiğimizdir.

Marks’ın hatırlattığı gibi, aşırı iyimserlik de felaket senaryolarına saplanmak da doğru değil.

Önemli olan, geleceğin bilinemezliğini kabul ederek, savunmacı ve risk farkında bir yaklaşımla uzun vadeli başarıya odaklanmaktır. Bugünün yatırımcısı için de geçerliliğini koruyan ders işte budur.

Saygılar.

Exit mobile version